4/02/2007

Çalışmanın Temelleri: Murdock'un Etnografik Atlası

Taylor'un "insan davranış kalıpları" araştırmasına dayanarak, çalışmanın ikinci bölümüne geçiliyor. Bu bölümde Murdock'un Etnografik Atlası(1967) kullanılıyor. Bu atlas 1750-1960 yılları arasında yayınlanan yüzlerce güvenilir kaynağın derlenmesi ile oluşturulan, ve 1170 toplumun kültürel bilgilerini içeren bir etnoğrafya ansiklopedisi. Bu atlasın önemi, ele alınan toplumların büyük oranda, Avrupa'lıların coğrafi keşiflerinden önceki durumları ile yansıtılması, ve bu şekilde çalışmaya sağlam bir dayanak oluşturması.
James DeMeo bu 1170 topluluğu inceleyerek, bunların herbirine Taylor'un çalışmasından çıkarılan anaerkil-ataerkil toplum yapısının 15 farklı özelliğine göre bir puan veriyor. Yani en "anaerkil" toplumlara en düşük puanı, en ataerkil toplumlara da en yüksek puanı veriyor. Daha sonra bu toplumları dünya haritası üzerinde işaretliyor. Aldıkları puana göre 5x5 enlemindeki bir alanı boyuyor. Yani en çok puan alan/en ataerkil toplumların olduğu yerleri en koyu renkle, en düşük puan alan en anaerkil toplumların olduğu yerleri de en açık renkle işaretliyor. Bunun sonucunda Şekil 1'deki harita elde ediliyor. Bu harita da Şekil 2'deki kuraklık haritası ile eşleşterildiğinde büyük oranda çakıştığı görülüyor.

Çalışmanın Temelleri: Anaerkil ve Ataerkil Toplumların Mukayesesi

Çalışmanın temellerinden biri Taylor'ın 1953 yılında geliştirdiği insan davranışının iki yönlü şemasına dayanıyor. Buna göre terazinin bir kefesinde "bebek ve çocuklarına travma yaşatan ve acı veren, daha sonra ergenlerinin cinsel isteklerini ve duygusal olarak kendilerini ifade etmelerini baskı altına alan" toplumlar var. Bu toplumlar her zaman nörotik, yıkıcı, ve şiddet içeren bir davranış spektrumu sergiliyorlar. Diğer yanda ise "bebek ve çocuklarına şefkatla ve hassas incelikle yaklaşan, ergenlerin kendilerini ifade etmelerini ve cinsel isteklerini olumlu değerlendiren toplumlar, maddi olarak sağlıklı ve şiddetten uzak" oluyorlar. İlginç bir şekilde birinci türdeki toplum türü her zaman ataerkil-atasoylu bir aile yapısı ile ikinci türdeki toplum türü ise anaerkil-anasoylu bir aile yapısı ile birarada görülüyor. Bunun üzerine James DeMeo birinci türdeki yapıya ataerkil toplum yapısı, diğerine ise anaerkil toplum yapısı adını veriyor.

4/01/2007

Saharasya Nedir?...
Kısaca Saharasya hikayesi: MÖ 4000'li yıllarda bugünkü Sahara Çölünün olduğu bölge ve Orta Asya çölleşmeye başlıyor. Buralarda bugüne kadar barış içinde yaşayan halk açlık ve sefaletle karşı karşıya kalıyor. Varlık ve yokluk savaşı sırasında toplumsal yapı çöküyor. Şiddet başgösteriyor. Çocuklar bakım alamıyor ve gelişmelerini tamamlıyamıyor. Hatta en kötü durumlarda anneleri tarafından terkediliyorlar. Bu gelişmeler çok geniş bir coğrafi alanda, çok uzun bir zaman sürecinde gerçekleşiyor ve çok sayıda insanı etkiliyor. Dolayısıyla "felaketten" etkilenenler için kaçış mümkün olmuyor. Zaman içinde bunalım kalıcı hale geliyor, ve toplumun dokusuna işliyor. Zaten bebek ve çocukların her türlü olumsuzluktan çok kolay etkilendiği ve yaşamları boyunca bunların izlerini taşıdığı, ve daha sonraları da bu olumsuzlukları kendi çocuklarına aktardıkları biliniyor. Bu şekilde "kriz" nesilden nesile aktarılıyor. Daha önce bilinmeyen ya da sadece belirli durumlara özel davranışlar (şiddet gibi) kalıcı hale dönüşüyor, "kültür" halini alıyor.

İkinci aşamada çölleşme ile "başkalaşım" geçiren topluluklar, yani Saharasyalılar daha iyi hayat şartları için çöl bölgeleri dışına göç ediyorlar. Bu göçler çok uzun zaman alıyor, (hatta günümüze kadar devam ediyor) ve bu insanların çöl kültürlerini, yani yukarıda sözü edilen kalıcılaşan normal olmayan davranış biçimlerini bütün dünyaya taşımaları ve yaymaları ile sonuçlanıyor. "Saharasya Kültürünü" alan topluluklar bunu gönüllü olarak değil kendilerini "fetheden" çöl insanlarının baskısı ve şiddeti altında benimsemek durumunda kalıyorlar. Burada örneğin şiddet bir "taşıyıcı" görevini görüyor; şiddet gören insanlar kendileri de şidet uyguluyor ve Saharasyalılara benziyorlar. Ayrıca Saharasyalılar fethettikleri yerleri yöneterek de değiştiriyorlar. Sonuçta dünyamız, tarihten bildiğimiz ve bugün yaşadığımız şeklini alıyor.

Saharasya Makalesi
Özet
Ana-çocuk ve kadın-erkek bağını engelleyen, baskıcı, acı verici, travma yapıcı, şiddet dolu, ve kişilik zırhlı ataerkil davranış biçimi ve sosyal kurumlarının küresel coğrafi dağılım kalıpları, geçimini ilkel biçimlerde kendi kaynakları ile sağlayan 1170 kültürün antropolojik verileriyle sistematik bir analiz içersinde geliştirildi ve ilişkilendirildi. Davranış verileri haritalandırıldığında, benim Saharasya adını verdiğim, Kuzey Afrika, Yakın Doğu, ve Orta Asya'yı kapsayan aşırı kurak kuşağın, dünyada ataerkil davranış kalıplarının ve sosyal kurumlarının bölgesel olarak en şiddetlisine sahip olduğu görüldü. Saharasya'dan en uzakta bulunan Okyanusya ve Yeni Dünya'daki bölgelerin ise, ana-çocuk ve kadın-erkek bağını destekleyen ve koruyan, en sevecen, kişilik zırhsız, anaerkil davranış kalıplarına sahip olduğu görüldü. Arkeolojik ve tarihi verilerin sistematik olarak incelenmesi, ataerkilliğin ilk önce MÖ 4000 sonrasında, yağışlı bir sistemden, kurak çöl koşullarına geçiş sırasında ortaya çıktığını gösterdi. Ataerkilliğin Saharasya dışında daha sonraki ortaya çıkışını anlamak için, ataerkil halkların, Saharasya'daki ilk vatanlarından , dışarıya göç edişleri ve yerleşimleri incelendi.. Saharasya'daki kurak koşulların ortaya çıkmasından önce, anaerkillik üzerine bulgular çok yaygındır, ataerkillik hakkında da neredeyse hiç bulgu yoktur. Anaerkilliğin, insanlığın en eski, orijinal ve doğal davranış ve toplumsal örgütlenme şekli olduğu, buna karşın ataerkilliğin, travma yaratıcı toplumsal kurumlarla desteklenip sürdürülerek, ilk önce ağır çöl koşulları, açlık, ve zorlanmış göç baskısı altında Saharasya'nın Homo Sapiensleri arasında geliştiği öne sürülmektedir. Wilhelm Reich'ın fizyolojik içgörüsü, ataerkil (kişilik zırhlı, şiddete eğilimli) davranışın yapısını, ve ilk travma geçtikten çok sonraları bile nasıl devam ettiğini anlamamızı sağlamaktadır.

Giriş

Şu anki çalışma, benim doktora tezimi oluşturan ve yedi sene boyunca, insan davranışının küresel ve bölgesel değişimi ve buna bağlı toplumsal-çevresel faktörlerin kanıtları ve sonuçlarını özetleyen çalışmamdır. (DeMeo 1985, 1986, 1987). Bu araştırmada, şiddet ve savaşla bağlantılı olan, travma yapıcı ve baskıcı tavırlar, davranışlar, toplumsal adetler ve kurumlar örüntüsü üzerinde durdum. Çalışmam, çocukların ve ergenlerin biyolojik ihtiyaçları üzerindeki klinik ve kültürler-arası gözlemlerle, ve çeşitli toplumsal kurumların ve sert tabiat koşullarının bu ihtiyaçlar üzerindeki olumsuz, yıpratıcı etkisi, ve bu baskı ve yıpratmanın davranışsal sonuçları ile devam etti.

Burada sunulduğu gibi, insan davranışına coğrafi yaklaşım, en eski geçmişimizin, daha önce mümkün olmadığı şekilde yeniden oluşturulmasına izin vermiştir. Travma yaratıcı ve baskıcı kurumlar ile yıkıcı saldırganlığın ve savaşın nedensel bağlantısı doğrulanmış; bu da çok eski zamanlarda, dünya çapında savaşın, erkek egemenliğinin, ve yıkıcı saldırganlığın ya hiç olmadığı , ya da en düşük düzeylerde olduğu daha barışçı koşulların hüküm sürdüğü dönemlerin olduğu savını güçlendirmiştir. Bundan da fazlası, dünyada insan kültürünün ilk defa barışçı, demokratik, eşitlikçi şartlardan,- şiddet içeren, savaşçı, despotça şartlara geçtiği yer ve zamanları tam olarak tespit etmek mümkün hale gelmiştir.

Bu çalışmalar, ancak yeni tamamlanan paleo-iklimsel ve arkeolojik saha araştırmaları, ve dünya çevresindeki yüzler ve binlerle ifade edilen geniş antropolojik kültürel verilerin elde edilebilir olması ile mümkün olmuştur. Yine yeni bir icat olan bilgisayar, başka türlü bir ömür boyu sürecek küresel davranış haritalarının bir kaç yıl içersinde tamamlanmasına ve sözü edilen tür bilgiye kolay erişimi mümkün kılmıştır. Benim bu sorulara yaklaşımım da, insan davranışının ve toplumsal kurumlarının ilk sistematik kökenli, küresel coğrafi incelemesini oluşturmuş, daha önce gözlemlenmemiş ama kesin çizgili küresel davranış kalıplarını ortaya çıkarmıştır. Buluşlarımın özünü uzaysal olarak gösteren bu haritaları sunmadan önce sırada, ilgi değişkenleri ile ilgili bazı tartışmalar ve haritaların ardındaki savlar var.

Şiddetin Çocukluk Travmalarında ve Cinsel Baskıdaki Kökleri


Araştırmam, başlangıçta, erken çocukluk travmalarının ve cinsel baskılarla ilgili toplumsal faktörlerin , Wilhelm Reich'ın cinsel-ekonomi teorisinin (1935, 1942, 1945, 1947, 1949, 1953, 1967, 1983) bir sınaması olarak, küresel coğrafi analizini yapmaktı. Psikoanalizden gelişen Reich'ın teorisi, Homo Sapiens türünün yıkıcı saldırganlığını ve sadistik şiddetini; solunumun, duygu ifadesinin ve zevk amaçlı güdülerin travmadan etkilenmiş kronik engellenmesinden kaynaklanan anormal bir durum olarak kabul etti. Bu görüş açısına göre, engelleme, ana-çocuk ve erkek-kadın bağı ile bilinçli ya da bilinç-dışı ilgi kuran ve bunları bozan, acılı ve zevk-engelleyici törenlerle birey içersinde kronik hale getirilir. Bu "tören" ve "kurumlar" hem yalnız kendi kendine yetebilen "ilkel" toplumlarda hem de teknolojik olarak gelişmiş "medeni" toplumlarda mevcuttur. Bazı örnekleri: yeni-doğanlara ve çocuklara çeşitli araçlarla, bilinçdışı veya rasyonalize edilmiş acı verilmesi; yeni-doğanın anneden ayrılarak izole edilmesi, ağlamaya aldırış etmeme, bebeği üzme, hareketsiz hale getirme, saat-başı kundaklama, meme vermeme, ve sütten erken kesme, çocuğun genellikle cinsel organları olarak etini kesme, travmaya neden olacak şekilde tuvalet eğitimi, ve maddi cezalar ve tehditlerle korkutarak sessiz, meraksız, ve uysal olmasını isteme gibi. Diğer toplumsal kurumlar çocuğun gelişen cinselliğini kontrol etmeye ve ezmeye çalışır, örnek olarak ataerkil Tanrıya tapan her toplumda olduğu gibi kızlarda bekaret tabusu, ve ceza ile suç duygusu destekli zorla evlendirme gibi. Bu cezalandırma ve sınırlandırmaların çoğunluğu kızların payına düşer, ama erkekler de büyük ölçüde etkilenirler. Çocuk ve gençlerden beklenen, acıya dayanıklılık, duyguları bastırma, hayatı etkileyen temel kararlarda genellikle erkek olan daha yaşlı bir otorite figürüne sorgusuz boyun eğme gibi, şeyler daha sonra yetişkinlik boyunca da davranışları etkileyebilir. Baskıcı kurumlar söz konusu toplumdaki ortalama birey tarafından acı-verici, zevk-engelleyici veya hayatı tehdit edici sonuçlarına bakılmaksızın desteklenir ve savunulurken, düşüncesizce "iyi" ve "karakter geliştirici" tecrübeler olarak ve "geleneğin bir parçası" olarak algılanır. Ne var ki, bu kadar gelişmiş acı verici ve baskıcı toplumsal kurumlar ağından, öyle sanılmaktadır ki, kendilerini ister çok açık bir biçimde ifade ederek olsun, ister maskelenmiş ve bilinçaltı davranışlarla olsun, insan davranışının nörotik, psikotik, kendini yıkıcı ve sadistik bileşenleri ortaya çıkmaktadır.

Reich'ın cinsel-ekonomi görüş açısına göre, gelişen bireyde, yaşadığı acı verici travmanın şiddetine göre kronik bir kişilik ve kas zırhı oluşmaktadır. Normalde tam solumaya, duygusal ifadeye, ve orgazm sırasında cinsel boşalmaya yol açan biyofiziksel süreçler, bu zırh tarafından kronik olarak az ya da çok bloke edilerek, sıkışmış ve boşalamamış duygusal ve cinsel (biyoenerjik) gerilimin birikmesine yol açar. İç gerilimin boşalamamış bu deposu genellikle organizmayı bilinçdışı, kendini-yıkıcı, ve/veya sadist bir şekilde davranmaya iter. (Reich 1942, 1949). Yukarıdaki bu süreçler yalnızca ve yalnızca insanın temel biyolojik ihtiyaçlarını ve güdülerini rasyonel olmayan bir şekilde "kültür"ün isteklerine göre şekillendirmeye yönelik girişimler sonucunda gerçekleşir. Bir bebeğe meme verilmemesi, bir çocuğun tuvalet yapması nedeniyle veya cinselliğini ifade etmesi nedeniyle dövülmesi, veya genç kızların zorla yaşlı erkeklerle evlendirilmesi (çocuk evlilikleri, başlık parası gibi) bunlara örneklerdir.

Acı-verici ve zevk-yasaklayıcı tören ve kurumlar, geçmişteki ve günümüzdeki toplumların çoğunda (ama hiçbir şekilde hepsinde değil) varolmuştur. Örneğin, bilinçli ya da başka şekillerde çocuklara acı vermeyen, onların cinsel ilgilerini baskı altına almayan kültürler vardır (azınlık olmakla birlikte) Büyük merak uyandıracak şekilde bunlar aynı zamanda sağlam tek-eşli evliliklerin ve samimi, arkadaşça sosyal ilişkilerin varolduğu şiddetten uzak toplumlardır.

İlk olarak bu tür toplumlara, Malinowski (1927, 1932), Freud'un biyolojik ve evrensel olduğunu iddia ettiği Oedipal komplekse ve çocuklarda cinselliğin gelişmemişliğine, bir çürütme olarak işaret etti. Reich (1935) cinsel baskı ve hastalıklı davranış ile ilgili buluşlarına Trobriand toplumundaki şartların tanıklık ettiğini iddia etti. Diğer toplumların da benzer etnografik tanımları yapılmıştır (Elwin 1947, 1968; Hallet & Relle 1973; Turnbull 1961). Prescott'un (1975) ve benim (DeMeo 1986, s..114-120) küresel kültürler-arası çalışmalarımız bu sonuçları teyit etmiştir: Bebek ve çocuklarına travma yaşatan ve acı veren, daha sonra ergenlerinin cinsel isteklerini ve duygusal olarak kendilerini ifade etmelerini baskı altına alan toplumlar her zaman nörotik, yıkıcı , şiddet içeren bir davranış spektrumu sergilerler. Bunun karşısında da, bebek ve çocuklarına şefkatla ve hassas incelikle yaklaşan, ergenlerin kendilerini ifade etmelerini ve cinsel isteklerini olumlu değerlendiren toplumlar, maddi olarak sağlıklı ve şiddetten uzaktırlar. Gerçekten de, kültürler-arası çalışma, gençlerini travmatize edip baskı altına almayan, ama şiddet eğilimli bir toplumun var olmadığını ve olamayacağını da göstermiştir.

Küresel tarihi literatürün sistematik olarak incelenmesi farklı savaş eğilimli, otoriter ve despotik merkezi devletlerin tariflerinde, çocukluk travmaları, cinsel baskı, erkek-egemenliği, ve aile içi şiddet arasındaki yukarıda sözü edilen bağları teyit etmiştir (DeMeo 1985, Chapters 6 & 7 of 1986) (1). Benzer tarihi verilerden Taylor, (1953) çeşitli toplumlarda insan davranışının iki yönlü şemasını geliştirmiştir. Taylor'un terminolojisini kullanarak ve şemasını cinsel-ekonomik buluşlara göre genişleterek, bu tür şiddet eğilimli, baskıcı toplumlar ataerkil diye adlandırılır, ve kurumları ile her bakımdan ana-çocuk ve kadın-erkek bağını destekleyen ve geliştiren anaerkil kültürlerden ayrılırlar(2). Tablo 1, aşırı anaerkil ve ataerkil durumlar arasındaki çelişkiyi göstermektedir.


Tablo 1:     DAVRANIŞ, TAVIR VE KALIPLARIN İKİ YÜZÜ




















































































































Özellik  Ataerkil (kişilik zırhlı) Anaerkil (kişilik zırhsız)
Bebekler, Çocuklar, Ergenler  Çocuklara gösterilen ilginin azlığı Çocuklara daha fazla ilgi, düşkünlük
   Çocuklara gösterilen maddi şefkatın azlığı Daha fazla maddi şefkat
   Bebekler travmatize edilmiş  Bebekler
travmatize edilmemiş
   Acı verici İnisiyasyon Törenleri İnisiasyonlarda
acının yokluğu
   Ailenin baskınlığı    
Çocuk demokrasisi
 
Tek
cinsli çocuk evleri, veya askeri kamplar

Karma çocuk evleri
     
Cinsellik Sınırlayıcı tavır  
İzin verici tavır
  Cinsel Organ Sakatlamaları
 
Cinsel
Organ Sakatlamaları Yok
  Bekaret tabusu  var Bekaret tabusu yok
 
Ergen cinselliği şiddetle yasaklanmış
 Ergen cinselliğine izin verilmiş
 
Homoseksüel eğilimler ve ciddi derecede tabusu var

Homoseksüel eğilim ve tabusu yok
 
Ensest
eğilim ve ciddi tabusu var

Ensest
eğilim yok, tabusu yok 
 
Cariyelik/fahişelik bulunabilir

Cariyelik/fahişelik yok
     
Kadın Özgürlükte
kısıtlamalar
Daha
fazla Özgürlük 
  Düşük konumda Eşit Konum
  Vajinal kan
tabusu var
Vajinal kan
tabusu yok
  Kendi eşini seçemez Kendi eşini seçebilir
  İsteğe göre boşanamaz İsteğe göre boşanabilir
  Doğurganlığı
erkekler kontrol eder 
Doğurganlığı dişiler kontrol
eder
     


















































































Kültürel ve Ailevi Yapı
Otoriter   
Demokratik
 
Hiyerarşik     
Eşitlikçi
 
Atasoylu
 

Anasoylu 
  Evlilikten sonra erkeğin ailesi yanında yerleşme Evlilikten sonra kadının ailesi yakınında yerleşme
 
zorunlu hayat boyu tekeşlilik

zorunlu tekeşlilik yok
 
Sıklıkla çokeşli 

Nadiren çok eşli 
 
Askeri yapı mevcut

Sürekli
askerlik yok 
  Şiddet eğilimli, sadist Şiddetten uzak
     
Din ve İnançlar
Erkek/baba yönelimli 

Dişi/anne yönelimli
 
Zevkin önlenmesine sözkonusu

Zevk isteniyor ve kurumsallaştırılıyor
 
İnhibisyon, doğa korkusu
Anlık,
doğaya tapılıyor
 
Tam zamanlı dini uzmanlar var

Tam zamanlı dini uzman yok
 
Erkek şaman

Erkek ya da kadın şaman
 
katı davranış kuralları 

katı davranış kuralları yok
     


Ataerkilliğin pek çok yönü, bebeğin ve çocuğun biyolojisini hayvan dünyasında görünmeyen bir şekilde bozarak bebek ve çocuk ölümlerini dolaylı yoldan arttırır. Tablo 1'de görülen acı verici, ve zevk önleyici törenlerden başka, pek çok ataerkil toplumun geçmiş tarihinin bir yerinde, çocukların ve kadınların öldürülmesini içeren, toplumun onayını alan ciddi psikopatolojik rahatsızlıklarının olduğunu bir kenara yazmak gerekir (örnek olarak, çocukların, fahişelerin, dulların, "cadı"ların vs... törenlerle yakılmaları, öldürülmeleri ) Bazı günümüz toplumları da bu durumları tüm özellikleri ile, veya geçmişin kalıntıları olarak yaşamaya devam ederler.

Kültürler-arası, tarihi ve klinik bulguların, yetişkin şiddetinin kökenini çocukluk travmaları ve cinsel baskı olarak gösterdiğini bildiğimize göre, travma, baskı ve şiddet (ataerkillik) kültürel yapısının ilk olarak nasıl ortaya çıktığını öğrenmemiz gerekir. Bir nesilden diğerine acı-verici, ve hayatı tehdit edici toplumsal kurumlarla geçtiğini bildiğimiz ataerkilliğin, ilk insan toplumlarından bazılarında -ama hepsinde değil- belirli bir zamanda bir başlangıçı olması gerekir. Biyolojik güdülerin kronik bir şekilde engellenmesi, bloke edilmesi ve biriktirilmesinden kaynaklanan ataerkilliğe özgü bir karakter yokluğu bunun böyle olmasını gerektirir. Ne var ki özgür ifadeden, engellenmemiş biyolojik güdüden fışkıran, dolayısıyla doğal olan anaerkillik, doğal olarak küresel ve başlangıçta bütün insanlığa özgü olurdu. Gerçekte doğal seçim, kadınlara ve çocuklara yönelik ölümcül şiddet içermediğinden, ve ana-çocuk arasındaki bağı bozmadığından dolayı anaerkilliği desteklerdi. (Klaus & Kennell 1976; LeBoyer 1975; Montagu 1971; Stewart & Stewart 1978a, 1978b, Reich 1942, 1949).

Yukarıdaki varsayımların teyit ve destekleri, küresel antropolojik ve arkeolojik verilerin coğrafi yönünde bulunmaktadır. Benim çalışmamım odak yönlerinden biri, farklı saha araştırmacıları tarafından toplanan gerçeklerin ve gözlemlerin uzaysal yönünü incelemekti(3). Örneğin, anaerkillik ve barışçı toplumsal koşullar daha önceden, bazı bölgelerin arkeolojik olarak en dip katmanlarında tespit edilmiş, daha sonraki yıllarda da şiddet eğilimli, erkek-egemen topluma geçiş gösterilmiştir. Bazı araştırmacılar bunların farkında olmaz, ya da inkar eder, ya da sonuçlarına itiraz ederken, artan sayıda çalışma, eski zamanlardaki barışçı, demokratik, eşitlikçi koşullardan - şiddete eğilimli, erkek-egemen koşullara büyük bir geçiş yaşandığını göstermiştir. (Bell 1971; Eisler 1987a, 1987b; Huntington 1907, 1911; Gimbutas 1965, 1977, 1982; Stone 1976; Velikovsky 1950, 1984). Bu buluşların coğrafi yönü de en açıklayıcı olanıdır.

Bu bulguların sistematik ve küresel gözden geçirilmesi (DeMeo 1985, Chapters 6 & 7 of 1986), bu arkeolojik değişimlerde; bütün bölgelerin aynı genel zaman dönemlerinde anaerkillikten ataerkilliğe geçmesi gibi ya da ataerkilliğe geçişin bir kıta boyunca, yüzyıllar boyunca bir uçtan bir uca devam etmesi gibi, özel bir coğrafi kalıp bulunduğunu gösterdi. Özellikle dikkate değer olan, bu kültürel yeniden oluşumların, en eskilerinin, belirli Eski Dünya bölgelerinde (özellikle Kuzey Afrika, Yakın Doğu, ve Orta Asya, MÖ. 4000-3500 dolaylarında), bu bölgelerdeki büyük çevresel yenidenoluşumlarla, özellikle yağışlı koşullardan kurak çöl koşullarına geçişle, uyum içinde olduğudur. Daha sonraları, yeniden oluşumlar, çölleşmiş bölgelerin terkedilmesi ve daha sonraki yağışlı çevre bölgelerinin işgal edilmesi ile ilişkili olarak, genellikle yeni-oluşan çöllerin dışında gerçekleşti. Kuraklık ve çölleşmenin tıpkı sert ve acı-verici ataerkil kurumlar gibi ana-çocuk ve kadın-erkek bağını bozma potansiyeli olduğunu gösteren diğer bulgularla birlikte ele alındığında, bu "zamanlı" çevresel ve kültürel geçişlerin varolması çok önemliydi.

Kuraklık, Çölleşme ve Açlık Bölgelerinde Toplumsal Yıkım

Şiddetli kuraklık ve çölleşmenin, varolma aşamasındaki (kendi kendine ancak yeten ilkel toplumlar) kültürlerde açlık, kıtlık ve toplu göçe yol açtığını gösteren diğer bulgular, bunun, erken anaerkil kültürleri zaman içinde, ya da süratle ataerkilliğe iten oldukça kritik bir etken olduğu sonucuna götürmektedir. Örneğin :

1) Açlık ve kıtlık bölgelerindeki kültürel değişimlerle ilgili yeni elde edilmiş göz tanıklıkları, bize toplumsal ve ailevi bağların bu kriz durumlarının son aşamasında kopmak zorunda kaldığını haber vermektedir. Turnbull'un (1972) Doğu Afrika'daki Ik halkı ile ilgili üzüntü verici anlatımı, bu noktada oldukça açıktır, ancak buna benzer başka gözlemler de yapılmıştır (Cahill 1982; Garcia 1981; Garcia & Escudero 1982; Sorokin 1975). En kötü kıtlık koşullarında, kocalar eşlerini ve çocuklarını yiyecek arayışı içerisinde bırakır, döner ya da dönmezler. Açlık çeken çocuklar ve daha yaşlı aile bireyleri kendi başlarına mücadele etmeye ya da ölmeye terkedilmiştir. Çocuklar yiyecek çalmak için çeteler oluştururlar, ve toplumsal kumaşın geri kalanı da tamamen yırtılır. Ana-çocuk bağının en uzun süre dayanan bağ olduğu gözlenir, ama açlık çeken anneler de sonunda bebeklerini terk edeceklerdir.

2) Bebek ve çocukların protein-kalori yanlış beslenmesi üzerine yapılan araştırmalar, açlığın en kötü boyutlardaki bir travma olduğunu göstermiştir. Marasmus ya da Kwashiorkor'dan eziyet çeken bir çocuk temassızlık ve hareketsizlik semptomları gösterecektir ve en şiddetli şekilde, vücut ve beyin gelişimi duracaktır. Eğer açlık yeterince uzun sürdüyse, yiyecek sağlandıktan sonra bile, gerekli zihinsel ve fiziksel gelişme koşullarına ulaşılamayabilir. Çocuklarda ve yetişkinlerde görülen bir diğer sorun da açlık şartlarında, duygusal ve cinsel isteğin azalması, ve bunun daha sonraları da kalıcı olmasıdır. Ayrıca bebekler, açlık koşullarında, anneden izole oldukları zamankine benzer, duygusal ve biyofiziksel bir içekapanma yaşarlar. Her iki tecrübenin de, yetişkinlerin eş ve çocukları ile bağ oluşturmalarını engelleyen, uzun vadeli kalıcı sonuçları vardır. (Aykroyd 1974; Garcia & Escudero 1982; Prescott, Read & Coursin 1975).

3) Çöl ve kurak bölgelerle ilgili olan bir dizi travmatik faktör de incelenmiştir. Önemli bir örnek, Orta Asya halkları tarafından kullanılan, istemeden kafatası deformasyon travmasına yolaçtığı anlaşılan, bebeğin vücudunu sıkı sıkıya saran, kafatasını ezen, özel sırtta taşınan beşiklerdir. Bebeklerin kafatası deformasyonu bir toplumsal kurum olarak yüzyılın başında yok oldu, ama ayı yerlerde geçerli kundaklamanın benzer işlevi gördüğü anlaşılıyor. Doğal olarak, acı-verici bir şekilde bağlanan bebek, çevredekilerin yardımını isteyecek şekilde şiddetle bağırır, yetişkinler de yardımına koşar. Ama bu açlıktan ölmek üzere olan, göç eden anasının sırtında bazen kafatası ezilecek şekilde bağlanan bebek için geçerli değildir. Orta Asyada çölleşme devam ettikçe, bir bölgeden diğerine göç, sürekli bir yaşam şekli haline geldi. Arkeolojik kayıtlar gösteriyor ki, kafatası deformasyonları ve kundaklama daha sonraları bu bölgelerin kurumlaşmış çocuk-büyütme yöntemi oldu. (DeMeo 1986, pp.142-152; Dingwall 1931; Gorer & Rickman 1962). Gerçekten de acı-verici kafatası deformasyonları ve kundaklama, bu insanların, yerleşik hayata geçtikten sonra da sürdürecekleri ayırt edici ve saygı gören toplumsal kurumları haline geldi. Diğer başta gelen toplumsal kurumların, erkek-kız cinsel organ yaralama-sakatlamaları (sünnet, yarma vs.) gibi, coğrafi olarak geniş Eski Dünya çöl kuşağında merkezlendiği ve ilk burada ortaya çıktığı görülmüştür

Yukarıdaki saptamaları yapma sürecinde bana öyle geldi ki, uzun süren açlık-kıtlık ve çölleşme koşullarında ana-çocuk bağı, ilk önce, kendine yeterli ilkel toplumlarda zarar görmüştür. Ana-çocuk bağının ve kadın-erkek bağının birbirini takip eden süreçlerde, nesiller boyunca süren bozulması sonucunda, daha sonraki ataerkil davranışlarda ve kurumlarda bir artma yaşanmıştır. Ve bunlar yavaş yavaş anaerkil olanların yerini almıştır. Kurak çöl koşulları nasıl o bölge yapısına hakim olmuş ise, ataerkillik de, o insanların kişilik yapısında hakim olmuştur. Ve bir defa kişilik yapısına yerleştikten sonra, sosyal kurumların davranışı değiştiren, kendini tekrar eden, çoğaltan yapısı dikkate alındığında, sonraki hayat şartlarına , yiyecek koşullarına bağlı olmaksızın devam etmiştir. Ataerkillik, daha sonraları, komşu çöl bölgelerinden gelen insanların göç ve savaşları ile, daha yağışlı bölgelerde de ortaya çıkmıştır.

Yukarıdaki fikirlere dayanarak, çok açık bir coğrafi test önerildi. Sert çöl koşulları ve aşırı ataerkil davranış arasında haritaya dökülmüş uzaysal bir bağlantı kurulmuş idiyse, o zaman, eski insan kültürlerinde ilk travma ve baskıyı başlatan mekanizma da tanımlanmış demektir. Bu da aynı zamanda, Reich'ın kişilik zırhı oluşumunu açıklamak için olduğunu varsaydığı "eski travma mekanizması" olabilir.

ARKEOLOJİ VE TARİHİN COĞRAFİ YÖNLERİ

Dünya Davranış Haritasının oldukça katmanlaşmış dağılımı, ataerkilliğin Saharasya içinde geliştiğini, ve belki de ancak eski tarihi zamanlarda, dışarı doğru göç eden insanlarla taşınarak, çevredeki nemli bölgeleri etkilemeye başladığını göstermektedir. Davranış, göç, ve iklimle ilgili bu hipotezi sınamak için, eski zamanlardaki iklim koşullarını, göç olaylarını, bebeklere, çocuklara ve kadınlara yönelik muameleyi, erkek egemenliğine yönelik eğilimleri, despotizm, sadistik şiddet, ve savaş ile ilgili toplumsal faktörleri içeren yeni bir veri tabanının oluşturulması gerekti. 10.000 adet , bağımsız, zaman ve yere özel bilginotu, kronolojik olarak geliştirildi ve birleştirildi.Her bir bilginotu, belli bir bölge ve zaman için arkeolojik, tarihi, ve ekolojik özellikleri içeren buluntuları kapsıyordu. Benzer zaman dilimlerindeki geniş coğrafi alanlardaki şartların tanımlanması ve karşılaştırılması için 100'ün üzerinde otoriteye danışıldı. Yaygın ekolojik ve kültürel değişimlerin yeri ve zamanları, ve bunun yanında halkların göç ve yerleşim kalıpları , bu şekilde tanımlanabildi. Benim temel odak alanım Saharasya ve onu çevreleyen daha nemli Afro-Avro-Asya kenar bölgeleriydi, ancak Okyanusya ve Yeni Dünya için de önemli çapta bilgi toplanmıştı. (DeMeo 1985, Ch. 6 & 7 of 1986).

Bu veri tabanında görülen kalıplardan, yeryüzünün , genellikle yağışlı koşullardan, kurak koşullara doğru çok büyük bir çevresel değişim geçirdiği zamanlarda, ataerkilliğin ilk ve en erken Saharasya'da ortaya çıktığını teyit ettim. Düzinelerce arkeolojik ve paleoklimatik çalışmalardan elde edilen bulgular, bugünkü Saharasya çölünün, MÖ 4000-3000 öncesi , yarı ormanlık bir savan bölgesi olduğunu göstermektedir. Fil, salyangoz, zürafa, rino, geyik gibi hayvanlar ve küçüklü büyüklü fauna, yüksekteki çayırlarda yaşadı, hipopotam, timsah, balık, salyangoz ve yumuşakçalar ise derelerde, nehirlerde, ve göllerde gelişti. Bugün, bu aynı Kuzey Afrika, Orta-Doğu ve Orta Asya alanı, aşırı kurak ve çoğu yerlerinde bitki örtüsünden yoksundur. Şimdi kuru olan Saharasya çukurları o zaman, onlarca, yüzlerce metre derinlikte suyla dolu idi, vadilerde ve kanyonlarda sürekli dere ve nehirler akıyordu. (DeMeo 1986, Bölüm 6).

Peki, Saharasya'daki bolluk ve yağış dönemlerinde yaşayan insanlar, nasıldılar? Bulgular bu noktada da çok açıktır : Bu erken dönem halkları her zaman barışçı, kişilik-zırhsız, ve anaerkil karakterde idiler. Ayrıca , MÖ 4000'den önce dünyanın hiçbir yerinde de ataerkilliğin mevcudiyetine dair herhangi zorlayıcı, ikna edici ve açık bir bulguya rastlanmamıştır. Gene bu erken dönemlerdeki anaerkil toplumsal koşullar için ise, çok güçlü bulgular elde edilmiştir. Bu çıkarsamalar, kısmen döneme ait belirli buluntuların varlığından kaynaklanmaktadır: ölülerin cinsiyete bakılmaksızın özenli ve dikkatli bir şekilde gömülmesi , bu mezarların birbirine eşit zenginlik içermesi, cinsel olarak gerçekçi kadın heykelleri, kayalar ve çanak-çömlekler üzerinde genelde doğayı betimleyen ince bir sanat ve bunlar üzerinde kadın, çocuk, müzik, dans , hayvanlar ve avcılığın sıkça yer almasıdır. Daha sonraki yüzyıllarda, bu barışçı anaerkil halklar teknolojik olarak gelişecek ve surlarla çevrelenmemiş geniş çiftçi-tüccar devletleri oluşturacaklardı ki.Bunların başında Girit, Indus Vadisi, ve Orta Asya geliyordu. Bu erken dönemlerdeki anaerkillik çıkarsaması aynı zamanda kaos, savaş, sadizm, ve zorbalıkla ilgili arkeolojik buluntuların yokluğundan kaynaklanmaktadır. Oysa bu tür buluntular, günümüze daha yakın tarihi dönemlerde, özellikle Saharasya kuruduktan sonra iyice belirgin hale gelmiştir. Bunlar, savaş silahları, yerleşimlerde yokoluş tabakaları, büyük surlar, tapınaklar, ve büyük erkek yöneticilere adanan mezarlar, bebek kafatası deformasyonları, genellikle daha yaşlı erkeklerin mezarlarında bulunan törenle öldürülmüş kadın cesetleri, çocukların kurban edilmesine dair bulgular, kesilmiş vücutların rastgele atıldığı toplu mezarlar, kast sistemi, kölelik, aşırı toplumsal hiyerarşi, çokeşlilik, cariyecilik.vs. ile ilgili bulgulardır. Daha sonraki kurak zamanların sanat şekli ve malzemeleri de, savaşçıları, atları, savaş arabalarını, savaşları, ve develeri betimleyecek şekilde değişiklik göstermiştir. Kadın, çocuk ve günlük hayat manzaraları ortadan kalkmıştır. Gerçekçi kadın heykelleri ve sanat eserleri de aynı zamanda soyut, gerçeğe uymayan kaba hale gelmiş, daha önceki nazik, besleyici özelliklerini kaybetmiş, ya da erkek tanrılar ve tanrı-krallarla yer değiştirerek tamamen ortadan kaybolmuştur. Sanat eserlerinin kalitesi ve mimari stiller de aynı zamanlarda düşmüş, ve yerlerini daha sonraki anıtsal, savaşçı fallik motiflere bırakmıştır. (DeMeo 1986, Chapters 6 & 7). Tabii ki arkeolojik ve tarihsel kayıtlardaki bu kültürel değişimi, ya da çevre koşullarının kültür üzerindeki güçlü etkisini ilk fark eden kişi ben değilim.(5) Ne var ki benim çalışmam, aynı zamanda küresel olan, sistematik olarak yapılandırılmış, ve zaman ve mekana özel ilk çalışmadır.

Bir kaç istisna dışında, dünyada ataerkillik ve kaotik toplumsal şartlarla ilgili ilk ve en erken bulgular, Saharasya'nın ilk önce kuruyan bu bölgelerinde, yani Arabistan ve Orta Asya'da bulunur. Bu istisnalar, sınırlı bir ataerkilliğin MÖ 5000 kadar erken zamanlarda var olduğunu gösterebilecek bulguları içeren, Levant ve Anadolu'daki birkaç bölgedir, ancak bu bulgular bölgede erken yaşanan bir kuraklaşma ara dönemine dair bulgularla birlikte gelmektedir ki, bu da hemen göçe ve göçebe yaşantıya yol açmıştır. Dolayısıyla bunlar kuralı ispatlayan istisnalar olarak ortaya çıkmaktadır: Şiddetli çölleşme ve kıtlık travması erken zamandaki anaerkil toplum yapısını büyük ölçüde bozdu, ve ataerkil davranış ve toplumsal kurumlarını teşvik etti.

Antropoloji ve İklimbilimin Coğrafi Yönleri

Dünyanın değişik yerlerindeki , 400 farklı ilkel toplum arasında yaptığım ilk çalışmalar, istisnalar olmakla birlikte, ataerkil toplumların en aşırılarının çöl bölgelerinde yaşadığını gösterdi. (DeMeo 1980) Daha sonra gerçekleştirilen ve 1170 farklı kültürü kapsayan, daha sistematik ve tanımlanmış analiz, çöl-ataerkil bağlantısını doğruladı. Ama aynı zamanda gösterdi ki, genelleme bütün yarı-kurak , hatta aşırı kurak bölgeler için geçerli değildi, yiyecek ve su kaynaklarının daha ulaşılabilir olduğu yerlerde istisnalar vardı. Dahası, en büyük aşırı kurak bölgelere komşu olan yağışlı bölgelerin de ataerkil yapıda olduğu görüldü, bu daha önce halkların göçü ile açıklanmıştı. (DeMeo 1986, 1987). Bu sonraki analizde kullanılan kültürel veriler Murdock'un Ethnographic Atlas (1967)'ından alınmıştı, ki bu hiç harita içermiyordu ve neredeyse tamamen kendi bölgelerinde yaşayan yerli halkların bilgilerinden derlenmişti. Kuzey-Güney Amerika ve Okyanusya bilgileri genelde Avrupalılar öncesi şartları yansıtıyordu. Murdock'un verileri genelde, 1750-1960 arasında yayınlanan , yüzlerce güvenilir kaynaktan derlenmişti, ve daha sonraları da akademisyenler tarafından yaygın olarak kullanıldı. 1170 kaynağın her biri, daha önce gösterilen ataerkil-anaerkil şemada yer alan 15 farklı değişkene göre (bilgisayar yardımı kullanılarak) değerlendirildi.(4) Yüksek ataerkil yüzde gösteren kültürler, buna göre yüksek bir puanla, düşük ataerkil yüzde gösterenler de (anaerkil kültürler) düşük bir puanla değerlendirildi. Her kültür için enlem ve boylamlar elde edildi, ve 5° 'e 5° boyutundaki parçalarla bunlar harita üzerine yerleştirildi. Şekil 1, Dünya Davranış Haritası , bu süreç sonunda ortaya çıktı (DeMeo 1986, Bölüm 4).



Şekil 1. Dünya Davranış Haritası : Kabaca 1840 -1960 arasındaki dönemi yansıtan, Murdock'un Ethnographic Atlas (1967)'ından en az tarihi uyarlamayla yeniden yapılandırılan harita



koyu renk : aşırı ataerkil, ağır kişilik zırhlı kültürler ( %71 üstü değerleri yansıtır)
gri renk : orta derecede zırhlı, ılımlı kültürler ( %41-%71 arasını yansıtır)

açık renk : az zırhlı, ya da zırhsız, anaerkil kültürler (%41'in altını yansıtır)




Dünya Davranış Haritasındaki kalıplar, kendisini oluşturmakta kullanılan 15 değişkenin her biri tarafından da bağımsız olarak desteklenmişti. (cinsel organ yaralama-sakatlamaları, bebek kafatası deformasyonları, kundaklama) (DeMeo 1986, Bölüm 5). Dünya Davranış Haritası şunu açık bir şekilde gösteriyor ki, ataerkillik ne heryerde olan bir şeydi, ne de dünya üzerindeki dağılımında rastgeleydi. Eski dünya kültürleri açık bir şekilde Yeni Dünya'da ya da Okyanusya'da olanlardan daha ataerkil idi. Daha da ötesi, Eski Dünya'da ataerkilliğin en koyu, en şiddetli olduğu yerler, geniş ve sürekli bir bölgede, Kuzey Afrika'dan, Ortadoğu'ya, oradan da Orta Asya'ya kadar uzanıyordu. Oldukça büyük öneme sahip olarak, aynı coğrafi alan, bugün dünyadaki çöl kuşaklarının en şiddetli, ve en geniş olanlarını içermektedir.

Çöl şartlarına bağlı çevre faktörleri haritaları da, Dünya Davranış Haritası'ndakine çok benzeyen dağılımlar göstermektedir. Şekil 2, Budyko-Lettau kuruluk oranından (Budyko 1958; Hare 1977) elde edilen en kurak çöl bölgelerini göstermektedir. Bu oran, bir bölgedeki buharlaşma enerjisini yoğuşma ile karşılaştırır. Bu, insanı bütün "çöl"lerin aynı olduğunu düşünmeye iten standart iklim sınıflandırma sistemlerinden daha hassas bir göstericidir. Diğer aşırı çevre koşullarını tanımlayan, en büyük yoğuşma değişkeni, en yüksek ortalama aylık sıcaklıklar, bitkiden yoksun bölgeler, en düşük taşıma yeteneği olan bölgeler, çöl kumu bölgeleri, ve yerleşim olmayan bölgeler, hepsi de benzer şekilde kendi koşullarını çöl-ataerkil bölgelerinde göstermektedirler. (DeMeo 1986, Chapter 2; DeMeo 1987). Bu birbirine bağlı geniş iklim ve kültür bölgesine Saharasya adını verdim.

Şekil 2: Budyko-Lettau Kuraklık Oranı: dünyanın çeşitli yerlerindeki görece kuraklığı karşılaştırma. Değerler yoğuşma ile buharlaşma enerjisi arasındaki oranı yansıtır. 2 değeri yoğuşmadan iki kat daha fazla buharlaştırıcı güneş enerjisi alındığı anlamına gelir, 10 değeri bunun 10 kat olduğu anlamındadır..



Koyu Renk : 10'dan büyük değerler, aşırı kurak bölgeler

Gri Renk : 2-10 arası değerde, kurakla aşırı kurak arası diye tanımlanabilecek bölgeler

ARKEOLOJİ VE TARİHİN COĞRAFİ YÖNLERİ

Dünya Davranış Haritasının oldukça katmanlaşmış dağılımı, ataerkilliğin Saharasya içinde geliştiğini, ve belki de ancak eski tarihi zamanlarda, dışarı doğru göç eden insanlarla taşınarak, çevredeki nemli bölgeleri etkilemeye başladığını göstermektedir. Davranış, göç, ve iklimle ilgili bu hipotezi sınamak için, eski zamanlardaki iklim koşullarını, göç olaylarını, bebeklere, çocuklara ve kadınlara yönelik muameleyi, erkek egemenliğine yönelik eğilimleri, despotizm, sadistik şiddet, ve savaş ile ilgili toplumsal faktörleri içeren yeni bir veri tabanının oluşturulması gerekti. 10.000 adet , bağımsız, zaman ve yere özel bilginotu, kronolojik olarak geliştirildi ve birleştirildi.Her bir bilginotu, belli bir bölge ve zaman için arkeolojik, tarihi, ve ekolojik özellikleri içeren buluntuları kapsıyordu. Benzer zaman dilimlerindeki geniş coğrafi alanlardaki şartların tanımlanması ve karşılaştırılması için 100'ün üzerinde otoriteye danışıldı. Yaygın ekolojik ve kültürel değişimlerin yeri ve zamanları, ve bunun yanında halkların göç ve yerleşim kalıpları , bu şekilde tanımlanabildi. Benim temel odak alanım Saharasya ve onu çevreleyen daha nemli Afro-Avro-Asya kenar bölgeleriydi, ancak Okyanusya ve Yeni Dünya için de önemli çapta bilgi toplanmıştı. (DeMeo 1985, Ch. 6 & 7 of 1986).

Bu veri tabanında görülen kalıplardan, yeryüzünün , genellikle yağışlı koşullardan, kurak koşullara doğru çok büyük bir çevresel değişim geçirdiği zamanlarda, ataerkilliğin ilk ve en erken Saharasya'da ortaya çıktığını teyit ettim. Düzinelerce arkeolojik ve paleoklimatik çalışmalardan elde edilen bulgular, bugünkü Saharasya çölünün, MÖ 4000-3000 öncesi , yarı ormanlık bir savan bölgesi olduğunu göstermektedir. Fil, salyangoz, zürafa, rino, geyik gibi hayvanlar ve küçüklü büyüklü fauna, yüksekteki çayırlarda yaşadı, hipopotam, timsah, balık, salyangoz ve yumuşakçalar ise derelerde, nehirlerde, ve göllerde gelişti. Bugün, bu aynı Kuzey Afrika, Orta-Doğu ve Orta Asya alanı, aşırı kurak ve çoğu yerlerinde bitki örtüsünden yoksundur. Şimdi kuru olan Saharasya çukurları o zaman, onlarca, yüzlerce metre derinlikte suyla dolu idi, vadilerde ve kanyonlarda sürekli dere ve nehirler akıyordu. (DeMeo 1986, Bölüm 6).

Peki, Saharasya'daki bolluk ve yağış dönemlerinde yaşayan insanlar, nasıldılar? Bulgular bu noktada da çok açıktır : Bu erken dönem halkları her zaman barışçı, kişilik-zırhsız, ve anaerkil karakterde idiler. Ayrıca , MÖ 4000'den önce dünyanın hiçbir yerinde de ataerkilliğin mevcudiyetine dair herhangi zorlayıcı, ikna edici ve açık bir bulguya rastlanmamıştır. Gene bu erken dönemlerdeki anaerkil toplumsal koşullar için ise, çok güçlü bulgular elde edilmiştir. Bu çıkarsamalar, kısmen döneme ait belirli buluntuların varlığından kaynaklanmaktadır: ölülerin cinsiyete bakılmaksızın özenli ve dikkatli bir şekilde gömülmesi , bu mezarların birbirine eşit zenginlik içermesi, cinsel olarak gerçekçi kadın heykelleri, kayalar ve çanak-çömlekler üzerinde genelde doğayı betimleyen ince bir sanat ve bunlar üzerinde kadın, çocuk, müzik, dans , hayvanlar ve avcılığın sıkça yer almasıdır. Daha sonraki yüzyıllarda, bu barışçı anaerkil halklar teknolojik olarak gelişecek ve surlarla çevrelenmemiş geniş çiftçi-tüccar devletleri oluşturacaklardı ki.Bunların başında Girit, Indus Vadisi, ve Orta Asya geliyordu. Bu erken dönemlerdeki anaerkillik çıkarsaması aynı zamanda kaos, savaş, sadizm, ve zorbalıkla ilgili arkeolojik buluntuların yokluğundan kaynaklanmaktadır. Oysa bu tür buluntular, günümüze daha yakın tarihi dönemlerde, özellikle Saharasya kuruduktan sonra iyice belirgin hale gelmiştir. Bunlar, savaş silahları, yerleşimlerde yokoluş tabakaları, büyük surlar, tapınaklar, ve büyük erkek yöneticilere adanan mezarlar, bebek kafatası deformasyonları, genellikle daha yaşlı erkeklerin mezarlarında bulunan törenle öldürülmüş kadın cesetleri, çocukların kurban edilmesine dair bulgular, kesilmiş vücutların rastgele atıldığı toplu mezarlar, kast sistemi, kölelik, aşırı toplumsal hiyerarşi, çokeşlilik, cariyecilik.vs. ile ilgili bulgulardır. Daha sonraki kurak zamanların sanat şekli ve malzemeleri de, savaşçıları, atları, savaş arabalarını, savaşları, ve develeri betimleyecek şekilde değişiklik göstermiştir. Kadın, çocuk ve günlük hayat manzaraları ortadan kalkmıştır. Gerçekçi kadın heykelleri ve sanat eserleri de aynı zamanda soyut, gerçeğe uymayan kaba hale gelmiş, daha önceki nazik, besleyici özelliklerini kaybetmiş, ya da erkek tanrılar ve tanrı-krallarla yer değiştirerek tamamen ortadan kaybolmuştur. Sanat eserlerinin kalitesi ve mimari stiller de aynı zamanlarda düşmüş, ve yerlerini daha sonraki anıtsal, savaşçı fallik motiflere bırakmıştır. (DeMeo 1986, Chapters 6 & 7). Tabii ki arkeolojik ve tarihsel kayıtlardaki bu kültürel değişimi, ya da çevre koşullarının kültür üzerindeki güçlü etkisini ilk fark eden kişi ben değilim.(5) Ne var ki benim çalışmam, aynı zamanda küresel olan, sistematik olarak yapılandırılmış, ve zaman ve mekana özel ilk çalışmadır.

Bir kaç istisna dışında, dünyada ataerkillik ve kaotik toplumsal şartlarla ilgili ilk ve en erken bulgular, Saharasya'nın ilk önce kuruyan bu bölgelerinde, yani Arabistan ve Orta Asya'da bulunur. Bu istisnalar, sınırlı bir ataerkilliğin MÖ 5000 kadar erken zamanlarda var olduğunu gösterebilecek bulguları içeren, Levant ve Anadolu'daki birkaç bölgedir, ancak bu bulgular bölgede erken yaşanan bir kuraklaşma ara dönemine dair bulgularla birlikte gelmektedir ki, bu da hemen göçe ve göçebe yaşantıya yol açmıştır. Dolayısıyla bunlar kuralı ispatlayan istisnalar olarak ortaya çıkmaktadır: Şiddetli çölleşme ve kıtlık travması erken zamandaki anaerkil toplum yapısını büyük ölçüde bozdu, ve ataerkil davranış ve toplumsal kurumlarını teşvik etti.

Saharasya'da Ataerkilliğin Ortaya Çıkışı

MÖ 4000-3500 sonrasında, daha önceki barışçı Orta Asya, Mezopotamya ve Kuzey Afrika anaerkil yerleşimlerinin kalıntılarında kökten toplumsal değişimi gösteren bulgular göze çarpmaktadır. Her defasında, artan kuraklık ve yerleşim yerlerini terketme, kıt su kaynakları olan ekzotik nehirler ve vahalar çevresindeki artan nüfus baskısıyla çakışmaktadır. Orta Asya da göl seviyelerinde ve nehir yataklarında, iklimsel dengesizlik ve kuraklık ile çakışan bir değişim yaşamış, bu da, göl kıyısındaki ve nehir yataklarındaki büyük yerleşim yerlerinin terk edilmesine yol açmıştır.

Nil ve Fırat-Dicle vadilerindeki yerleşimler, ve bunun yanındaki daha nemli yayla bölgeleri olan Levant, Anadolu, ve İran 'daki yerleşimler , o sıralar hala kurumakta olan Arabistan ve Orta Asya'dan kaçan halklar tarafından işgal edilmiştir. Bundan hemen sonra yeni despotik merkezi devletler ortaya çıkmıştır. İncelediğim neredeyse her örnekte, bu işgallerin hemen ardından, mezar, tapınak ve kale mimarisinin, dul cinayetleriyle ilgili bulguların, (örneğin en yaşlı erkek çocuk tarafından gerçekleştirilen anne cinayetleri), kafatası deformasyonlarının , at ve develere verilen önemin artmasının, ve askeri teşkilatın büyümesinin takip eden gelişmeler olduklarını gördüm. Bu yeni despotik merkezi devletler güçlenip büyüdükçe, topraklarını genişlettiler. Bu despotik devletlerden bazıları, peryodik olarak Saharasya'nın komşusu olan yağışlı bölgelere saldırılar düzenlediler. Ya yerli toplulukları fethettiler, ya da onlarda kendilerini savunmak için karşı tepkiler uyandırdılar, Bu karşı tepkiler, bu bölgelerde artan silahlanma ve teknolojisi, orta derecede ataerkillik, ve gelişip güçlenen koruyucu şehir surları ile kendini gösterir. Diğer despotik Saharasya devletleri, kuraklık artıp yaşam kaynaklarını tamamen yok edince, tarih sahnesinden silindiler. (DeMeo 1985, Chapter 6 of 1986).

Ataerkilliğin Saharasya'nın Kıyı Bölgelerine Yayılması

Ataerkillik, daha yağışlı Saharasya sınır bölgelerinde, ancak ve ancak, ilk olarak merkezi Saharasya çekirdeğinde geliştikten sonra ortaya çıktı. Kuraklık Saharasya'yı kapladıkça, ve zırhlı, ataerkil cevap, Saharasya halklarını daha güçlü bir şekilde pençesine aldıkça, bu kurak bölgelerden göç, bu insanları gittikçe daha fazla çevredeki nemli bölgelerde yaşayan barşçı halklarla temas içine soktu. Gitgide Saharasya'dan göçler, çevredeki daha verimli arazilerin işgali şekline dönüştü. Bu kenar bölgelerinde, ataerkillik açlık travması ve çölleşmeyle değil ama, işgalci ataerkil toplulukların yerli anaerkil halkları öldürmeleri ve yerlerinden etmeleri, ya da işgalcilerin kendi toplumsal kurumlarını zorla kabul ettirmeleri ile yerleşti. Örneğin MÖ 4000'den sonra Avrupa, sırasıyla Battle-Axe'ler, Kurganlar, İskitler, Sarmatyalılar, Hunlar, Araplar, Moğollar ve Türkler tarafından işgal edildi. Hepsi savaşmakta, fethetmekte, yağmalamakta ve Avrupa'yı gitgide ataerkilliğe çevirmekte kendi sıralarını savdılar. Avrupa'nın toplumsal kurumları gittikçe artan bir şekilde anaerkillikten ataerkilliğe geçti . En batıdaki İngiltere ve İskandinavya'daki ataerkillik ise en sonda gerçekleşti ve daha sulandırılmış bir şekilde oldu. Saharasya'dan en şiddetli etkilenen Doğu Avrupa ve Akdeniz Avrupası, ataerkil kurumların Avrupa'da en güçlü olduğu yerler oldu.


Eski Dünya boyunca , Çin'in daha nemli bölgelerinde, barışçı anaerkil koşullar, ilk ataerkil işgalci topluluklar olan Şang ve Çu'lar gelene kadar hüküm sürdü , yani MÖ 2000 sonrasına kadar. Hunların ve Moğolların daha sonraki işgalleri ataerkilliği yağışlı Çine yerleştirdi. Japon kültürü ise, Çin Denizi ve Kore Boğazının izole edici etkisiyle daha uzunca bir süre ataerkil kültür etkisi altına girmedi. Bu durum MÖ 1000 yıllarında, Yayoi gibi işgalci ataerkil toplulukların Asya anakarasından gelmeleriyle son buldu. Güney Asya'da ise, yaklaşık MÖ 1800 yıllarında, genelde anaerkil olan Indus Vadisi yerleşimcisi halklar ve bunların kurdukları ticaret devletleri, bir ölçüde bölgede başlayan kuraklık ve çölleşme, bir ölçüde de Orta Asya kurak topraklarından gelen savaşçı göçebelerin baskısı ile çöktü. Ataerkillik bunun arkasından hemen Hindistan'a yayılır, ve daha sonraki yüzyıllarda da Hun, Arap, ve Moğol istilalarıyla güçlenir. Benzeri şekilde Güneydoğu Asya'da da , karadan ve denizden gelen ataerkil Çin, Hindistan, Afrika ve İslami Bölge devletlerinin göç ve işgallerine kadar anaerkillik hüküm sürmüştür. Sahara-altı Afrika'da, kanıtlar gösteriyor ki, ataerkillik ilk önce, Kuzey Afrika'nın kuruması ile aynı zamanlarda, güneye göç eden halklar ile kendini göstermiştir. Firavun Mısırı, Kartaca, Yunan, Roma, Bizans, Bantu, Arap, Türk ve sömürgeci Avrupa da sırasıyla Afrika'daki ataerkilliği arttırmıştır.(DeMeo 1985, Bölüm 6 of 1986).

Bu göç, işgal ve yerleşim kalıplarındaki coğrafi şekil, en dikkate değer olanıdır. MÖ 4000'den sonra, biri Arabistan, diğeri Orta Asya olmak üzere, iki Ataerkil çekirdeği gözükmektedir, ki buralardan Semitik ve Indoaryan halklar göç edecektir.(Şekil 3). Bu çöl savaşçı göçebelerinin patlamalarının bir diğer tarihsel yönünü şu ya da bu zamanda Arap ve Türk orduları tarafından işgal edilen Şekil 4 ve 5'te görebilirsiniz. (Jordan & Rowntree 1979; Pitcher 1972). Arabistan ve Orta Asya'dan gelen bir seri işgalcilerin sonuncuları olan bunlar, Saharasya çöl alanın %100'ünü kaplamış, ve bir miktar da dışarı, sınır bölgelerine taşmıştır.



Şekil 3: Eski Dünyada Zırhlı insan kültürünün genel yayılma yolları (Ataerkil Kültürel Örüntüsü) , MÖ. 4000'lerde başlayarak
1. Arap Çekirdeği 2. Orta Asya Çekirdeği



Şekil 4. Arap Orduları tarafından etkilenen veya işgal edilen bölgeler, MS 632'den başlayarak
( Jordan & Rowntree, 1979)




Şekil 5. Türk Orduları tarafından Etkilenen veya İşgal Edilen Bölgeler , MS 540'tan beri
( Pitcher, 1972

Bu coğrafi gerçekler, neden anaerkilliğin Saharasya'dan en uzak bölgelerde korunduğunu açıklar. Saharasya çevresindeki bölgeler (özellikle adalar) İngiltere, Girit, İskandinavya, Asya Arktiği, Güney Afrika, Güney Hindistan, Güneydoğu Asya, ve Ada Asya, ataerkilliğin sonradan geldiği, ve bunun yerel anaerkil kültürle karıştığı bölgelerdir. Veri tabanımı oluşturmakta kullandığım çeşitli kaynaklardan yararlanılarak , Eski Dünya'da ataerkilliğin yayılma yollarını gösteren Şekil 5 oluşturuldu. Vektörler yalnızca bir ilk yaklaşımdır, ama daha önceki halkların göç ve yayılmaları konusundaki çalışmalarla uyum içindedir. Tarih ve arkeolojiden alınan bu coğrafi kalıplar, daha yakın zamanlara ait antropolojik verilerin benzer uzaysal dağılım kalıpları ile de desteklenmektedir.

Ataerkilliğin Okyanusya'ya ve Yeni Dünya'ya Yayılışı

Ataerkil insanların göçlerini yansıtan bu gözlemler, ataerkilliğin Eski Dünyadan Okyanusya içlerine, hatta Yeni Dünya'ya kadarki okyanus-ötesi yayılımını içine almak üzere genişletilebilir. Önerilen bu yolları gösteren, ve ataerkillik için Saharasya'dan başka bir kaynağı gözönüne almayan harita Şekil 6'da verilmiştir. Bu son harita, Dünya Davranış Haritası dahil olmak üzere, daha önce sunulan diğer haritalardan, ve tezimdeki diğer kaynaklardan oluşturuldu. Önerilen bu yolları açıklamak veya doğrulamak için tabii ki daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Dünya Davranış Haritasında görülen Amerikalı ataerkil toplulukların, ya ilk defa kıyı bölgelerinde ortaya çıkması, ya da ataları kültürlerini kıyı bölgelerinde geliştiren toplumlar olmaları gözeçarpıcıdır. Dahası, Amerikanın erken ataerkil toplulukları için, -maddi kültürlerine, sanatlarına ve dillerine bakarak- Eski Dünyanın okyanus yolculuğu yapabilen ataerkil devletleri ile bağlantılar öneren pek çok kişi olmuştur(6). Ne var ki, Yeni Dünya ve Okyanusya için bağımsız olarak daha sınırlı bir ataerkillik gelişmiş olabilir. Bu, Saharasya'dakine benzeyen, Avustralya Çölü, Kuzey Amerika'nın Büyük Çukuru, ve/veya Atakama'daki çölleşmeyle bağlantılı olabilir. (DeMeo 1986, Chapter 7).

Sonuçlar


Zırhlı ataerkilliğin Saharasya kökenleri teorisi, arkeolojik, tarihi, ve antropolojik verilerin sistematik coğrafi analizinden elde edildi. Farklı verilerin haritalandırılması, ataerkilliğin ortaya çıkışını daha iyi anlamak ve temel başlangıç varsayımlarının tahmin gücünü sınamak için yapılmıştı. Bu, temel biyolojik bağlar olan ana-çocuk bağını ve erkek-kadın bağını bozan, ya da yüksek oranda erkek egemenliği, toplumsal tabakalaşma, ve yıkıcı şiddet sergileyen toplumsal kurumların coğrafi dağılımının incelenmesi ile başarıldı. Bu şekilde, çalışmanın başlangıç varsayımları olan , insan davranışının seks-ekonomik teorisi, anaerkil-ataerkil şema, ve ataerkillik ile çölleşme arasındaki nedensel ilişki, tekrar doğrulandı ve güçlendirildi.

Bu buluşlar güçlü bir şekilde, davranışın içsel yönünün, - yetişen çocuğa hayatta kalma ve sağlık avantajı sağlayan ve toplumsal birimi koruyan, - hayatın ve toplumsal yaşamın zevk amaçlı yönü ile sınırlı olduğunu göstermektedir. Bunlar, yenidoğan bebekler ve anneleri ile arasındaki bağları koruyan, çocuğu çeşitli gelişim aşamalarında besleyen, ve genç erkek ve kadınlar arasında anlık olarak ortaya çıkan sevgi ve zevk verici heyecanı koruyan ve destekleyen anaerkil davranış ve toplumsal kurumlarıdır. Bu zevk-amaçlı biyolojik itkilerden, toplumsal dayanışma içeren diğer eğilimler, ve hayatı koruyucu, geliştirici toplumsal kurumlar ortaya çıkar. Çocuk ve kadın yanlısı, seks-pozitif, ve zevk-amaçlı bu itkilerin, daha yakın zamanlarda, özellikle Saharasya çöl kuşağının ulaşamadığı kadar uzak yerlerde varolduğu tespit edilmiştir. Ne var ki, büyük Eski Dünya çölleşmesi oluşmadan önce, bunlar bir zamanlar gezegenin her yerinde olan baskın toplumsal kurum ve davranış şekilleriydi. Burada sunulan yeni kanıtların ışığı altında, ataerkillik, çocukları-istismar eden, kadınları boyunduruk altına alan, cinselliği baskılayan, yıkıcı şiddet içeren yapıtaşlarıyla , en iyi ve en basit şekilde, MÖ 4000'den sonra Saharasyanın kurumaya başlaması ile oluşan travmatik kıtlık koşullarına verilmiş kontraktif (içekapanma) duygusal ve kültürel bir cevap olarak açıklanabilir. Bu cevap daha sonraları travmatize edilen ve etkilenen insanların, toplumsal kurumlarıyla birlikte çöl bölgelerinden dışarıya kaçmaları sonucu dünyaya yayılmıştır.

7/10/2005

SAHARASYA
James DeMeo'nun çok ilgimi çeken çalışması:
Ataerkilliğin Saharasya'da Ortaya Çıkması ve Yayılması, MÖ 4000'ler :
İnsan Davranışı'nın , İklim Bağlantılı Olarak Dünya Çapında Değişimini Gösteren Bulgular*

Önce çalışmanın özeti; Şu adresten aldım: www.geocities.com/rdurust